3 Eylül 2009 Perşembe

'Kan ağlamak' deyimi gerçek oldu !!!

Amerika'nın Tennessee Eyaleti'nde yaşayan 15 yaşındaki Calvino Inman adlı genç ağladığı zaman gözlerinden, yaş yerine kan geliyor. Doktorları dahi şaşırtan Inman'ın neden bu şekilde tepki verdiği ise henüz çözülebilmiş değil...

Peki "Kan Ağlamak" deyimi ne anlama geliyor ???
Kan ağlamak: Büyük bir üzüntü içinde olup yakınmak."Dört çocuk tek başıma kaldım, çaresizim, içim kan ağlıyor ama kimseye açılamıyorum."

İÇİNDE ŞEYTAN VAR ŞÜPHESİ

Arkadaşlarının, içine şeytan girdiğini düşündüğü gencin, günde üç kez, çoğu kez önceden geldiğini hissettiği kanlı gözyaşları yaklaşık bir saat boyunca gözlerinden akıyor.Hürriyet'te yer alan habere göre, Calvino ve annesi ise Hz. İsa'nın çarmıha gerildiğinde vücudunda oluşan işkence izlerine (stigmata) benzeyen tıbbi esrara bir çözüm bulunması umuduyla, bir bir yerel TELEVİZYON kanallarına çıkıyor.Katıldığı bu programlarda ağlamadan önceki hislerini anlatan genç, "Bazen gözyaşı gibi geldiklerini hissediyorum. Gözlerimin sulandığını hissediyorum. Bazen kanlı yaşlar çıkarken gözlerim yanıyor" ifadelerini kullanıyor.Çeşitli video ve fotoğraflar, gencin gözlerinden akan kırmızı göz yaşlarının yanaklarından süzülürken bıraktığı kan izini belgeliyor.

ANNE: HAYATIMIN EN KORKUNÇ ANIYDI

Kanlı gözyaşları ilk gelmeye başladığında korkan Calvino'nun annesi ise bu durum ile karşılaşınca ilk olarak acil servisi arayarak tepki vermiş.O anları anlatan anne, "Hayatımın en korkunç anıydı, bana dönüp 'Anne ölecek miyim?' dediği zaman yüreğim parçalandı." derken, oğluna şimdiye kadan birçok MRI, ultrason ve CT taramaları yaptırmasına ve çeşitli uzmanlara ***ürmesine rağmen henüz kimsenin bu tıbbi esrarı çözemediğini belirtiyor.Göz hastalıkları uzmanı Dr. Rex Hamilton, Calvino'nun ender rastlanan ve tıp literatüründe 'haemolakriya' olarak adlandırlan kanlı gözyaşlarından muzdarip olabileceğini söylüyor..MİLYONDA BİR KARŞILAŞILIYORGood Morning Amerika adlı televizyon programında, Inman'ın yaşadıklarının hastalık tanımlarına uyduğunu ama bu hastalığa neyin neden olduğunun bilinmediğinin altını çizen Hamilton, bu durumla milyonda bir karşılaşıldığını belirtiyor.












2 Eylül 2009 Çarşamba

Biz Türkler de süsümüze çok düşkünmüşüz canım...


TDK Başkanı Prof.Dr. Şükrü H. Akalın'ın yazdığı Çince ve Uygurca'ya da çevrilen kitabında, Kaşgarlı Mahmud'un eserine dayanılarak Türklerin bin yıl önceki geleneklerine yer veriyor.

Türklerin bin yıl önce giyim kuşamlarına özen gösterdiği, ütülü elbise, ipek mendil, eldiven ve havlu kullandığı belirtildi. Kıyafetlerini özel yöntemlerle çeşitli renklere boyayan Türkler, kendi icatları yoluyla zehirli yemeği de ortaya çıkarıyordu.

Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın'ın kaleme aldığı ve Çince ile Uygurca'ya da çevrilen 'Bin Yıl Önce, Bin Yıl Sonra-Kaşgarlı Mahmud ve Divanü Lugati't-Türk' isimli kitapta yer alan bilgilere göre, Türkçede 'ütü' olarak kullanılan söz, Divanü Lugati't-Türk'te 'ütüg' olarak geçiyor. Bu alet, Kaşgarlı Mahmud tarafından, 'mala biçiminde olan, ısıtıldıktan sonra giysilerin kırışıklıklarına bastırılarak sıcaklığın etkisiyle bu kırışıklıkların düzleşmesini sağlayan demir parçası' olarak tanımlanıyor.
Günümüzün ütüsünün ateşte ısıtılarak kullanılan eski biçimi olan 'ütüg' için eserlerde, 'ütidi' fiili de 'ol tonug ütidi (o giysinin kırışıklıklarını ütüledi ve düzeltti)' şeklinde kullanılıyor.
Sözlük bölümünde yer alan 'suvluk' sözünü Kaşgarlı Mahmud 'havlu', 'eliglik' sözünü ise 'eldiven' olarak tanımlıyor. 'Su' sözcüğünün bin yıl önceki biçimi olan 'suv' kelimesine getirilen yapım ekiyle türetilen 'suvluk'un, el, yüz ve vücuttaki suyu kurutmak amacıyla kullanılan havlu olduğu anlaşılıyor.

Bin yıl önce Türklerin giyim kuşamında mendili kullandığı da eserde görülüyor. Erkeğin gerektiğinde burnunu silmek için cebinde taşıdığı ipek mendil olan 'ületü', Divanü Lugati't-Türk'te yer alan bir başka giyim kuşam aksesuarı olarak öne çıkıyor.
Bu veriler, Türklerin bin yıl önce giyim ve temizliklerine dikkat ettiğini, ütülenmiş kıyafet ve ipek mendillerle dolaştığını gösteriyor.

GİYSİLERİNİ BOYUYORLARDI

Eserde, giyim kuşam ile ilgili bir başka ayrıntı da 'bodudı' sözüyle gözler önüne seriliyor. Eski Türkçedeki 'bodudı' sözü, 'boyadı' anlamında kullanılırken, Kaşgarlı Mahmud'un bu söz için getirdiği örnek, 'ol tonug bodudı (o giysisini boyadı)' şeklinde görülüyor.
Kaşgarlı Mahmud, giysi boyanabileceği gibi başka şeylerin de boyanabileceğini ve bu fiilin onlar için de kullanılabileceğini belirtirken, giysinin nasıl boyandığı konusunda bilgi verilmese de bu örnek, Türklerin bin yıl önce kıyafetlerini boyadığını gösteren bir kanıt olarak ortaya çıkıyor.

ZEHİRLİ YEMEĞİ GÖSTEREN 'ÇATU'

Suikastların çoğunlukla zehirleme yoluyla yapıldığı bir dönemde yemeklere karıştırılan zehri ortaya çıkarmak da büyük önem taşıyordu.
Babası ile beraber aile fertlerini böyle bir suikast sonucunda kaybeden Kaşgarlı Mahmud da zehirli yemekleri ortaya çıkaran 'çatu' isimli bir nesnenin var olduğunu, Türk dilinin baş ucu kitabında anlatıyor.

'Çatu'nun 'balık duyargası' olduğunu, kimilerine göre ise Çin'den getirilen ve bıçak sapı yapımında kullanılan bir ağaç kökü olabileceğini aktaran Kaşgarlı Mahmud, yemekte zehir bulunup bulunmadığının da 'çatu' sayesinde anlaşıldığından söz ediyor. Onun verdiği bilgilere göre, zehirli yemek 'çatu' aracılığıyla şu yöntemle anlaşılıyor:
'İçerisinde zehir bulunduğu sanılan çorba ya da yemek bir kapta getirilir. Daha sonra bu yemek 'çatu' ile karıştırılır. Eğer içerisinde zehir varsa ateş yanmamasına karşın çorba ya da yemek kaynamaya başlar. Ayrıca, 'çatu' kabın içerisinde konulduğunda da duman çıkmasa bile kabın kenarları buğulanır.'

'HANGİ BOYDANSIN?'

Türklerin o dönemdeki görgü kuralları ile törelerinden de bahsedilen eserde, Türklerin tanışma şekilleri de okuyucuya aktarılıyor. Birbirini tanımasa dahi karşılaşan iki kişinin selamlaştığı ve görgü kuralları gereğince hal hatır sorduğu Türk geleneğinde iki Türkün tanışması da şöyle anlatılıyor:
'Birbirini tanımayan iki adam, karşılaştıklarında önce selamlaşırlar. Sonra, 'boy kim? (hangi boydansın?)' diye sorarlar. Hangi kabiledensin demektir. 'Salgur' diye karşılık verir veya boy adlarından birini söyler. Bundan sonra konuşmaya başlarlar veya daha fazla gevezelik etmeden kendi yollarına giderler. Böylece her biri diğerinin ait olduğu boyu tanımış olur.'
Kitapta, ayrıca, iki asker veya iki birliğin karşılaştığı durumlarda birbirini tanıma yolu da izah ediliyor. Kaşgarlı Mahmud'un verdiği bilgilerden, bugün askerlikte, poliste veya benzeri görevlerde kullanılan 'parola sorma' uygulamasının o dönemde de var olduğu ortaya çıkıyor.

1 Eylül 2009 Salı

Hz. Mevlana ile ilgili ezber bozan iddia


Hz. Mevlana deyince herkes aynı dizeyi hatırlar: "Ne olursan ol yine gel"... Bu dizenin Hz. Mevlana'ya ait olmadığı iddia edildi.
Mevlana “Gel” Demedi " mi ?
Bir TV programı pek çok kişinin ezberini bozdu. Programda Prof. Dr. İlber Ortaylı ve Murat Bardakçı, "Gel, gel ne olursan ol yine gel" dizelerinin Mevlana'ya ait olmadığını söyledi.
İki isme destek, konunun uzmanlarından Prof. Dr. İskender Pala ile Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç'tan geldi. Onlara göre de bu dize Mevlana'nın hiçbir kitabında yer almamıştı. Şiir, Orta Asyalı ünlü sufi Ebu Said Ebu'l Hayr'ındı. "Tanrı öldü", "Geldim, gördüm, yendim", "Dünyanın bütün işçileri birleşin", "Ama yine de dönüyor dünya" cümleleri nasıl Nietzsche, Napoleon Bonaparte, Karl Marx ve Galileo ile birlikte anılıyorsa "Gel, gel ne olursan ol yine gel" dizeleri de Mevlana Celaleddin Rumi ile o kadar özdeş. Ancak şimdi bu dizelerin Mevlana Celaleddin Rumi'ye ait olmadığı ortaya çıktı.
Habertürk televizyonunda Fatih Altaylı'nın programına katılan gazeteci Murat Bardakçı ve Prof. Dr. İlber Ortaylı dile getirdi bu gerçeği. Divan edebiyatı araştırmaları üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. İskender Pala ve tasavvuf tarihi araştırmalarının önemli ismi Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç da Bardakçı ve Ortaylı ile aynı fikirde.Dizeler Mevlana'dan önce yaşamış başka bir mutasavvıfa, Ebu Said Ebu'l Hayr'a ait. Mevlana'nın beyitlerinin yer aldığı farklı Divan-ı Kebir nüshalarında bu dizeler alıntılanmış. Ancak son yıllarda yayımlanan karşılaştırmalı metinlerde bu tartışmalı beyitler ayıklanmış.
Habertürk televizyonunda yayınlanan Teke Tek programının konukları gazeteci Murat Bardakçı ile tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'ydı.Osmanlı tarihinden başlayıp güncel meselelere kadar uzanan programda bir ara söz döndü dolaştı Orhan Pamuk'a geldi. Hemen ardından da izleyicilerden e-mail'ler gelmeye başladı Teke Tek'e. Bu e-mail'lerden bir tanesinde bir izleyici Mevlana Celaleddin Rumi'yi intihal yapmakla suçluyordu: Bir başka şairin dizelerini Mevlana kendi kitabında kaynak göstermeksizin yayımlamıştı. Bu, Mevlana ile özdeşleşen
"Gel, gel ne olursan ol, yine gel
İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol, yine gel
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!"
şiirinden başkası değildi. Programda ilk itiraz Prof. Dr. Ortaylı'dan geldi;
"Ne münasebet. Mevlana'nın hiçbir kitabında bu dizeler bulunmaz. Bu şiir Mevlana'dan sonra ona isnad edilmiştir. İntihal suçlaması mesnetsizdir" dedi.
Murat Bardakçı da şiirin Ebu Said Ebu'l Hayr'a ait olduğunu söyledi. Şiir de zaten bizim anladığımızın dışında başka manalar da taşıyordu ve bu Farsça aslında yapılan kelime oyunlarının arkasına saklanmıştı. Ebu'l Hayr burada "gel" derken "pişman"lıkla eş anlamlı bir kelime kullanmış, çağrısını aslında "İslam'a gel" olarak yapmıştı.Manası Mevlana ile uyumluİskender Pala'ya göre bu sadece Mevlana Celaleddin Rumi'nin başına gelmemiş: "Yunus Emre'ye ait olmayan pek çok şiir ona isnad edilir. Tüm güzel sözler en ihtişamlı olana dayandırılır. Döneminde de Mevlana'nın eserleri en önemli ve güzel eserlerdi. Dolayısıyla halkın arasında bilinen, beğenilen beyit ve dizeler Mevlana'ya izafe edildi. Bahsi geçen dizelerin hiçbirisi Mesnevi'de, Mevlana'nın kitaplarında yer almamıştır." Hatta bazı meşhur beyitler zamanla atasözüne dönüşmüş. Bunu da İskender Pala, şiirin şairden daha meşhur olmasına bağlıyor. Fıkralarda da Nasrettin Hoca'nın başından geçmeyen pek çok olay, sanki Hoca'nınmış gibi anlatılmakta Prof. Dr. Pala'ya göre.Tasavvuf tarihi alanında yaptığı çalışmalarla bilinen Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç da İskender Pala gibi düşünüyor. "Gel, gel ne olursan ol, yine gel" dizeleriyle başlayan şiirin içerik itibariyle Mevlana'nın felsefesine aykırı olmadığına dikkat çekiyor. Bu yüzden bu yanlışlık günümüze kadar gelmiş; "Mana olarak şiir Mevlana'ya aykırı değil. Mevlana'nın eserleri karşılaştırmalı metin olarak son 15-20 yılda basılmaya başladı. Böylece metinler arasında farklılıklar ortaya çıktı. Zaten Mesnevi'de böyle bir problem yok. Sadece Divan-ı Kebir'in nüshalarına bu gözle bakmak lazım."Kılıç'ın anlattığına göre bazı Divan-ı Kebir nüshalarında beyit sayısı 60 bini buluyormuş. Bazılarında ise bu rakam 15 binde kalmış. "Bu fark anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir fark değildi" diyor Prof. Dr. Kılıç. İran'da hazırlanan son "karşılaştırmalı metin" çalışması tüm bu tartışmalara son vermiş; "İran'da basılan Divan-ı Kebir'in karşılaştırmalı nüshası çok titiz bir çalışmanın ürünüdür. Daha sonra içine katılan farklı şairlerin şiirlerinden temizlenmiştir. Artık elimizde temel alacağımız, temiz bir nüsha var. Sözünü ettiğiniz şiir de Mevlana'dan sonra hazırlanan bazı Divan-ı Kebir nüshalarında vardı. Ama kesin olarak bu şiir Mevlana'nın değildir. Şairi, yine çağının büyük mutasavvıflarından Ebu Said Ebu'l Hayr'dı."
( Ebu Said Ebu'l Hayr, Orta Asya'da yaşadı. Gazneli Mahmud, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ve ünlü devlet adamı Nizamülmülk, Ebu Said ile çok iyi tanışıyorlardı. Ebu Said Ebu'l Hayr, Horasan'da Meyhene (Mihene) şehrinde 967 yılında doğdu, 1049 yılında öldü. )

Hayata dâir birkaç söz...

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende,güzel bir ruh kalbi bağışlayamaz mı?
Hasret,özlenenden uzak kalmak mıdır?
Özlenen yanındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık;para,mal çalmak mıdır?
Saadet çalmak,müthiş hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah,hançer mi olmalı?
Saçlar bağ,gözler silah,gülüş,kurşun olamaz mı?...